12 Nisan 2016 Salı

The Perfect Neighbor: Ya yan komşun şahane biriyse?


Kadroya gel..
                                           Baek Soo Chan | Jung Yoon Hee |Yoo Joon Suk |    Go Hye Mi    | Yang Duk Gil
   Bazı diziler vardır; insan ilk gördüğünde “işte ben bunu izlemeliyim”, “bu tam bana göre bir dizi” derler ya hani, işte bu dizi de tam olarak bende aynı etkiyi yarattı. 2007 yılı Güney Kore yapımı olan, SBS kanalında yayınlanan 20 bölümlük Mükemmel Komşu, şüphesiz o yılın en iyi dizilerindendi.
     Bir kere alıştığınız Kore dizi kalıplarını unutun. Bu diziyi diğerlerinden ayıran bazı özellikler var. Ama öncesinde konusuna bakalım. İyi dizi yapmanın önemli sırlarından biri olan gizem katmanını keşfeden Koreliler, bu dizide gizem unsurunu ustaca kullanmışlar. Ortaya da hem büyük bir zevkle, hem de büyük bir merakla izleyeceğimiz bir yapım çıkmış.
     Baek Soo Chan.. kadınların aradıkları her şeyi buldukları bir erkektir. Yardımseverliği, çekiciliği, yakışıklılığı, centilmenliği göz doldurur. Gözüne kestirdiği her kadına av olarak bakmaktadır. Bu durum başına ne gibi işler açacak? Kadınlar kolayca Baek Soo Chan’ın büyüsünün etkisine girerken, o bu yeteneğiyle övünmektedir. Geldiği konum dahi, bu yeteneğinin meyvesidir. Hayattaki amacı bir sonraki kadını gözüne kestirmekten ibaret olan Soo Chan’ın karşısına hiç beklemediği şeyler çıkacaktır..
     Dizinin konusu kabaca böyle diyebiliriz. Zıt karakterlerin harika uyumu ile keyifle izlenen bir dizi haline gelmiş. Sizi hiç bir şekilde sıkmıyor, su gibi akıp gidiyor dizi. Esas oğlanımızın başına çeşitli belalar geldikten sonra kendisini toplaması ve çevresindekilere “gerçek” Baek Soo Chan’ın göstermesini izleyeceğiz. Tabi işin içinde “aşk yarışları” da yok değil! Soo Chan’dan yeterince bahsettiğim için diğer karakterlere geçmek istiyorum.
     Jung Yoon Hee.. Daha önce The Host filminde izlemiştim Du Na Bee’yi. Kore’nin en çok izlenen filmi olan The Host’taki performansı göz dolduruyordu. Bu dizide esas kız olan Yoon Hee karakterini ustaca canlandırmış. Şimdi ise uzun soluklu Gloria dizisinde boy gösteriyor. Yoon Hee içmeyi çok seven, annesi, ablası ve yeğeniyle beraber yaşayan sıradan bir kız. Tamamen tesadüf ve cesaret örneği bir olayla büyük bir şirketin genel müdürünün sekreteri oluyor. Genel müdür aniden hastalanınca boşluğu oğlu dolduruyor ve onun hizmetine giriyor.
     Yoo Joon Suk.. Büyük bir şirketin tek varisi. Babası hastalanınca işleri devralıyor. Soğuk bir ailede yetiştiği için çevresindekilere duygularını göstermede başarısız bir karakter. Park Si Hu’yu Haru: An Unforgettable Day in Korea’da izleyip beğendiğim halde, en güzel rolünün Prosecutor Princess’teki rolü olduğunu düşünüyorum. Bu dizideki gibi soğuk nevale haller ona yakışmıyor. Joon Suk’un annesi oğlunun bir an önce evlenmesini istiyor. Bunun içinde kendisine sorulmadan bir aday bile belirlenmiş: Go Hye Mi! Şirketi babasıyla beraber büyüten müdürün kızı ile bir evlilik yapmasını istiyorlar. Joon Suk bu isteği yerine getirecek mi? Yoksa ilk iş gününde görmüş olduğu kız aklına mı takıldı?
    Go Hye Mi.. İşte favori karakterim. Wang Ji Hye kesinlikle Kore’nin en iyi oyuncularından biri. Kötü karakterlerin bir numaralı ismi. Bu kadına kötü roller çok yakışıyor; çünkü hakkıyla yerine getiriyor; altından başarıyla kalkıyor. Aslında Go Hye Mi karakteri için kötü biri diyebilir miyiz bilmiyorum. Gerçi ilk bölümde arabanın Kamboçya’da denize uçmasından sonra gelişen olayları göz önüne alırsak, bayağı bayağı kötü diyebiliriz. Annesinin babasının baskısıyla Joon Suk ile evlendirilmek isteniyor. Zamanla ondan hoşlanmaya başlayan Hye Mi, sevdiği adamın aklının kendisinden daha alt kademede yer alan birinde olduğunu öğrendiğinde ise hırs yapmaya başlıyor.
     Yang Duk Gil.. Çeşitli olayların gelişmesinden sonra evlat edindiği oğlu ile beraber Soo Chan’ın evine yerleşiyorlar. İyi, yardımsever ve biraz da safça biri. Köyden Seul’e geldiği için kendisine köylü deniyor. Dizinin en güzel sahneleri Duk Gil ve Yoon Hee’nin ablası arasında geçen olaylar bana göre.
     Karakterleri de tanıttıktan sonra şimdi geldik neleri sevdim kısmına. Hepsini yazsam küçük bir kitap çıkar ortaya. O yüzden belli başlı olanları yazacağım. Yine de uzun olacak, biliyorum :)
Mükemmel Komşu albümünü görüntüle


> Notlar.. / >Neleri sevdim?
 
  Baek Soo Chan karakterinin değişimi gerçekten görülmeye değerdi. İlk başlarda hiç kimseyi umursamayan, ama darbe üstüne darbe yedikten sonra aklı başına gelen Soo Chan, gerçekten de “mükemmel komşu” olmuştu.
  Dizi bir cinayetle başlıyor. Genç bir kadın öldürüyor ve biz bütün dizi boyunca katilin kim olduğunu çözmeye çalışıyor. Her bölüm ufak ufak ipucu veriliyor. Yoon Hee’nin ablasına aşık olan dedektif sağ olsun, bizi olayı aydınlatma konusunda bilgilendiriyor. Cinayetle başlayan bir Kore dizisi, ender görülen bir şeydir. Komedinin yanında gizem unsuru çok iyi bir şekilde yedirilmiş.
   Yoon Hee salak, saf ana karakterlere benzemiyor. Oldukça iyi içici, kendini kaptırmayı sevmeyen, yeri geldi mi karşısındakine dur diyebilen bir kız. Doğal olarak Kore dizilerini izleyen insanlar için bulunmaz Hint kumaşı gibi!
   İlk bölümle beraber Kamboçya’yı görüyoruz. Zaten dizinin gidişatında Kamboçya büyük rol oynuyor. Duk Gil çocuğuna bakması için bir evlilik ajansıyla anlaşarak Kamboçya'ya gelini getirmeye gidiyor. Soo Chan ve avlarından biri olan üniversitedeki profesör kadın da toplantı için aynı ülkeye gidiyor. Baştan beri Soo Chan’a aşık olan Yoon Hee’nin turizm ofisi sahibi ablası ise kardeşiyle beraber tatil rotalarını Kamboçya olarak belirliyor. Ji Hye ise ayrılmaya çalıştığı sevgilisi ile evet, yine bu ülkede!
   Bütün karakterlerin Kamboçya’ya değişik yollardan toplanması aslında güzel olmuş. Ji Hye ve sevgilisinin olduğu araba kaza yapıp denize uçar. Ji Hye kurtulur ama çırpınan sevgilisini kurtarmaz (kötü işte) Soo Chan Ji Hye’yi kurtardığında bizim kötü tek başına olduğunu, arabada başka kimsenin olmadığını söyler. Acaba neden böyle demiştir? Aynı şekilde Yoon Hee Kamboçya’da turistik yerleri gezerken Ji Hye’yi görür. Buralar evet biraz karışık ama anlatmasam olmazdı. Çünkü ileriki bölümlerde olaylar çok güzel bir şekilde bağlanıyor.
   Dizi hakkında az da olsa önbilgi verme niyetimdeyim. Böyle güzel dizi izleyince, ister istemez en güzel sahneler anlatılmadan olmuyor. Ama bomba etkisi yaratan kısımlardan bahsetmeyeceğim. Duk Gil yeni eşiyle beraber Kore’ye döner, ama aslında bunların hepsi bir kandırmacadır. Kamboçyalı kız ve ajansın sahibi Duk Gil’e tuzak kurarak parasını alır ve kaybolurlar. Böylece evinden olan Duk Gil ve oğlu kendisine abi diyen ve zamanında aynı köyde yaşayıp büyüdükleri Soo Chan’ın evinde yaşamaya başlarlar.

   Hani dizinin adı Mükemmel Komşu ya, birazda sokaktan bahsedeyim. Bu sokakta çoğunluk olarak Yoon Hee’nin çalıştığı şirketten çalışan kişiler ve aileleri yaşamakta. 3 yıl şirkette çalıştıktan sonra, oturdukları evler kendilerinin oluyor. Bu sokaktaki her aile ayrı çatlak! Sabah Soo Chan işe gitmek için çıktığında, diğer evdeki kadınlar türlü türlü, hatta saçma bahanelerle sokağa çıkıp ona günaydın diyorlar. İki dakika konuştuklarında mutlu oluyorlar. Genci, yaşlısı, güzeli, çirkini her sabah Soo Chan’a günaydın diyor, ona hediyeler alıyor, doğum gününde kocalarına bile almayacakları hediyeleri bizim adama veriyorlar.
   Yoon Hee ile Soo Chan arasındaki kavga, gürültü, ilişki.. Kısaca her şey süperdi. Kızımız Soo Chan’a kötü davrandığı için, intikama maruz kalıyor. Taktiklerini kullanarak Yoon Hee’yi ağına düşürmeye çalışıyor. Gerçekler anlaşıldığında ise, varın oluşan durumu siz düşünün. Şrakkkk!
   Joon Suk ile Yoon Hee’nin kimyası her ne kadar birbirine zır olsa da, çok güzeldi. Joon suk yavaş yavaş sekreterinden hoşlanmaya başlarken, Yoon Hee’nin de kendine boş olmadığını görüyor. Ama önlerinde gene aynı engel var: Go Hye Mi. Müstakbel kocasının bir “sekreter parçasına” gönlünü yavaş yavaş kaptırdığını gören Hye Mi, Yoon Hee’yi psikolojik olarak yıkmaya çalışıyor. Kötü davranıyor, her gördüğünde eziyor, hakaretler ediyor..
   Soo Chan ile ilgili bütün gerçekler öğrenildikten sonra, yeni yaşamaya başladığı yere bayıldım. Tam delilerin arasına düştü! Bu arada Yoon Hee’nin annesi ile ilişkisi bir harika. Kadın kızına neler neler diyor. Yeğeni ise tam bir cadı. Anneannesinin tam da istediği cümleleri kuruyor o yaşta. Çok bilmiş velet! Olan Yoon Hee’ye oluyor, gece ışıklar kapandığında yeğeniyle aynı odada yatıyor aha.
   Dizinin müzikleri oldukça güzeldi. Sahnelere uyan şarkılar seçmişler. Albümü gerçekten dinlenmeye değer. Sizi alıp götürüyor uzaklara. Hatta bu güzel diziyi Türkçe ’ye kazandıran sevgili Setsuna bir de klip eklemiş. Ben de onun adını anarak ve teşekkür ederek buraya ekliyorum videoyu. İzledikten sonra başlama isteğiniz kabaracak, buna eminim.

"Benim yüzümden uyuyamadığınızı söylediğinizde, böyle bir şeyi yaşayacağım aklımın ucundan geçmezdi.
Kalbim kırılsa da mutluyum.
Hayalimi gerçekleştirip beni müzikale götürdünüz.
Dönüşte beni arabadan attığınızda sizi suçlamadım.
Aptalca davrandığımı biliyordum bu nedenle sineye çektim."
Yine de kendimi çok şanslı hissediyorum. Bana hayatımın en özel dakikalarını armağan ettiniz. "
|||
    3 kez evlenen Yoon Hee’nin ablasına ilk başlarda sinir olsam da, daha sonra favori karakterim o oldu. Duk Gil ile olan bütün konuşmaları o kadar güzeldi ki, tekrar tekrar izledim. Kesinlikle Kore dizi aleminde, birbirine en yakıştırdığım çift bunlar. Bayılıyorum hallerine. “O bir köylü neler yapıyorum ben böyle” derken, bir başka sahnede gidip Duk Gil’e ulaşamadığı için cep telefonu satın alıyor, ona iş yerinde iş veriyor filan. Süper, süper!
    Yeterince bahsettim ama son olarak bahsetmek istediğim bir sahne var. Joon Suk’un oldukça soğuk bir ailede yetiştiğini söylemiştim. Annesi ile babası mantık evliliği yapmış ve aralarında hiç bir şekilde aşk yok. Anne ve babası gibi olmak istemiyor. Doğal olarak soğuk kalpli biri gibi yetişen Joon Suk, zincirlerini kırmak istiyor. Fakir olmasına rağmen kızımızla beraber olmak için elinden geleni yapıyor ama bir yandan da büyüdüğü ortamın getirdiği şartları Yoon Hee’ye de uygulatmak istiyor. Arabayla gittiği sahnede kırmızı ışık yanıyor. Bu sırada önünde yaşlı bir karı koca var. Adam el arabasını taşıyor, eşi de arabaya oturmuş gidiyorlar. Yaşlı adam yorulduğu için arabayı yere bırakıyor, kadın da elinde mendille kocasının yüzünü siliyor. İki elini yanaklarına koyup gülüyor. Yanağından öpüyor ve yolculuklarına devam ediyorlar. Joon Suk bu sahneyi gördüğünde çok etkilenmişti. Onlar gibi olmak istiyordu. Yoon Hee ile bu şekilde yaşayıp yaşlanmak istiyordu. Ama önlerinde yine, yine aynı engel vardı. Go Hye Mi ve asalak babası.
Süper sahne..
Dizinin bana göre en güzel sahnesi.
Nasıl sevmiştim; çok komik..
 
     Mükemmel Komşu kısaca böyle bir dizi. Eğer siz de Joon Suk ve Yoon Hee' arasındaki macerayı, Hye Mi ile babasının hain planlarını, mükemmel komşu Soo Chan’ı ve favori çift abla ile Duk Gil’i izlemek istiyorsanız (tabi bir de cinayetimiz var), bu diziye başlayın derim. Bir şey kaybetmezsiniz, aksine harika şeyler kazanırsınız.
En büyük bombayı söylemiyorum.
Sakladım onu sizin için.
Ve son olarak.
"Yine ablanın kredi kartını mı kullandın?"
“Yine benim kredi kartımı mı kullandın?”
Aha.
완벽한 이웃을 만나는 법
^^

Protect the Boss: Hem sevilesi, hem dövülesi bir patron



     Deneme bir iki, deneme bir iki. Söze nasıl gireceğimi bilemiyorum. Her an kendimi tutamayıp fan yazısı yazabilirim, hatta aşırıya kaçıp “kyaa”layabilirim bile aha. Bu 2011 ne güzel yıldır öyle, tahtalara vurun lan. Aman maşallah, nazar değmesin filan deyin.
     Bolluk bereket içinde yılı yarıladık dostlar. Rahmet yağıyor sanki yukarıdan. Kore dizileri için altın çağ resmen bu senedir. The Greatest Love’ın açmış olduğu yoldan hızla giren Beautiful Spy, City Hunter ve Scent of a Woman’dan sonra bir çocuğumuz daha oldu: Protect the Boss.
     Daha Ağustos ayında olmamıza rağmen klişelerden uzak 5 tane dizimiz var elimizde. Bu çok önemli. Neden mi? Çünkü Kore dizilerinde belli klişeler, saçmalamalar filan vardır. Genellikle başroldeki kızlar bir aptal, böyle efenim bir Go Mi Nam tipinde olur. Sonra bazıları da angut olur, Geum Jan Di gibiler. Ama bu saymış olduğum beş dizi arasında da böyle kızlar yok. Erkekleri ise klişe bir kalıba oturtup sağlı sollu özgün hareketler yüklemişler. Ortaya da tadından yenmeyen eserler çıkıvermiş. İşte Eun Seol mızmız Ji Heon’un sekreteri olursa neler olur?


    Peki nedir bu dizi? Bir lütuf, bir melek, bir armağan biz K-drama sevenlere. Kıymetini bilin, izleyin ki reytingleri artsın aha. O değil de cidden Kore’de yaşayan arkadaşlarınız varsa izletin bunları, reytingleri artsın. Bunu ciddi ciddi düşünüyorum. Facebook’ta dedim bile.
    Cha Ji Heon büyük bir şirketin varisidir, ama tek sorunu içinde 12 yaşında bir veledin yaşıyor olmasıdır. Fantastik değil tabi, çocukça bir adam var karşımızda. Ayrıca bir de kuzeni var, o yaşına rağmen oldukça yetenekli ve becerikli Cha Moo Won. Ayrıca şirketin varislerinden olan avukat Seo Na Yoon ve son olarak ise lisede çete lideri olan, 3. sınıf bir üniversiteden mezun No Eun Seol. Bu dört manyak birleşince ortaya harika şeyler çıkıyor işte.
      Bir kere yine yeni yeniden başroldeki erkek bir harika. Ji Heon resmen zırdeli. Sanırım daha önce Kore dizilerinde hiç böyle karakter izlememiştim. Koca şirketin varisi olduğu halde “istemiyorum uleyn!” triplerinde olan Ji Heon, sekreterlerine tabiri caizse “kök söktüren” bir patron. Nefretlik, dayaklık bir şey ama yaptığı o tripler insanda öyle kızma isteği asla uyandırmıyor. Bir de koyun saçlı! Kıvırcık saçları ile hemen onu ayırt edebiliyorsunuz (Hepsi birbirine benziyor bunların diyenler için bu kısım)
     Dizinin ilk bölümünü izleyip bitirdiğimde “hayır, lan nasıl bitersin sen!” diye elinden şekeri alınmış çocuk modunda girdim anında. İşte devam eden dizilerin en büyük problemi bu. Bendeki lanet huy sağ olsun, bitmeden başladığım için ömrüm böyle beklemekle geçiyor. Şu ana kadar 4 bölümü yayınlandı dizimizin, ama ben gidip SBS’i tehdit etmeyi filan düşünüyorum. Brezilya dizileri kadar bölümü olsun, bir de her gün yayınlansın. Evet, 7 gün istiyorum, bir doz alınca keyifleniyorum.
Aşağıdaki sahnelerde ben resmen yarıldım, feci komik.
     Kızımız Eun Seol salak değil, oppacı hiç değil. Dövüşüyor, aynı Han Myung Wol gibi. Ağzını yüzünü kırıyor karşısındakilerin. Lisede çete lideri, belalı bir tip. Ama aynı zamanda oldukça güzel. Eğitimin her şey olduğu bir dünyada üniversitesinin adı adam akıllı bir işe girmesini engelliyor. Tuttuğunu koparan kızları Kore dizilerinde görmek enfes bir şey. Salak salak çocukluk yapıp “oppa” diye mızmızlananlar yok, Eon Seol tek kelimeyle iştah açıcı, onu izlemek keyif verici.
     Ama bence en büyük gelişme Jaejoong’ta. Ben onun oyunculuğunu ilk olarak biricik Han Hyo Joo ile beraber oynadığın Cennetin Postacısı’nda görmüştüm. Üzgünüm ama orada resmen robot gibiydi. Burada oyunculuğunun geliştiğini görmek gerçekten güzel, biraz tereddüdüm vardı ama uçup gitti. Ayrıca Ji Heon’un ilk bölümde dediği şeye katılıyorum sanırım aha. Moo Won’un yüzü bana da plastik gibi geliyor. Jae’yi ne zaman görsem sanki böyle yanağına dokununca, elleyince gacır gucur sesler duyacağımı zannediyorum. Bir benle Ji Heon’a mı oluyor bu durum, meraklardayım.
     DBSK bölünüp bizimkiler JYJ’yi kurunca SM şirketi oldukça baskı yapmıştı. Konserlerini iptal ettirip televizyona çıkmalarını engellemişti. Bu yüzden Jae’nin ekranda gözükmesi, hele ki kaliteli bir dizide iyi bir rolde olması çok önemli. SM ise kendi pisliğinde boğulabilir. Bir de Moo Won’un kurdeleli sahnesi var, onu görünce eminim feci güleceksiniz. Ben karnımı tutmuştum :)
     Ji Heon’un ilk bölümde şirketin girişinde babasından ensesine bir tokat yiyişi var, resmen komedi. Ben o sahneyi izlerken annem de odadaydı ve görünce direkt “iş” dedi, acıdı resmen çocuğa. Ama nasıl şapladı, anlatamam izlemeniz lazım.
     Bence Ji Heon şu 4 bölüm içerisinde diğer dört dizideki erkek karakterlerden çok daha iyisini başardı. Yılın en iyisi olmaya en büyük aday diyebilirim şimdiden. Benim gözümde bambaşka biri, hele hele sekreterinin ona davranışları.
***
     Ben de çoğunluk gibi gerçekten çok sevdiğim diziler hakkında bloguma yazıyorum. Ama şöyle bir farkım var. Normal yazılarım zaten uzun, ama onlardan daha da fazla yazmışsam o dizinin gözümdeki değeri daha büyük demektir bu. İki satır yazarak kaçmam, kaçmayanların yazısını okumayı tercih ederim ayrıca hep. Eğer bu dizi bitmiş olsaydı ben çok daha fazla şeyler yazabilirdim. Bir ara bölüm bölüm yazmayı bile düşündüm ama sonra “abartma Lee” dedim kendime.
     Romantik bir insan asla değilimdir, bunu çevremdekiler bilir, blogumu okuyanlar da bilir aslında. Ara ara bahsederim, ama şöyle bir durum var ki romantik komedi izlemeyi çok seviyorum! Ben aslında Kore dizilerindeki romantizmin takipçisi değilim pek. İşin komedi yönüyle ilgileniyorum genelde. Mesela kızların çoğunluğu ise aynen şu aşağıdaki gibi oluyor:
     Ji Heon’un deli halleri sizi gerçekten gülme krizine sokabilir. Ne yapıyor bu manyak hahaha diye ekran başında çatlayabilirsiniz. Ayrıca kızın onu koruması ve korkutması ise bu komediyi resmen katmerliyor. Keyiften dört köşe olmak isteyenlere ısrarla Protect the Boss’u önerebilirim.
     - Aksırına kadar, tıksırına kadar Ji Heon almak isteyebilirsiniz mesela.
     - Manyak manyak banyodaki hareketlerine kopabilirsiniz.
     - Böyle biri gerçekten karşıma çıksa ne yapardım diye sorabilirsiniz.
     - Ama en önemlisi başroldeki kızımız gibi kendinizi …. bulabilirsiniz :)
tumblr_lpwf4zETP11qbcxw3o1_500
     - Değişik yüz hareketlerine alışmak için kendinizi zorlayabilirsiniz.
     - Hem bu kadar sinirli, hem de bu kadar sevimli nasıl olur diyebilirsiniz.
     - Ben olsam katlanabilir miydim diye sorgulama yoluna gidebilirsiniz.
     - Belki de “aman benden uzak olsun böylesi” diye düşünebilirsiniz.
***
     Uzmanlara sorduk, bizi bu diziye bağlayan nedir diye. Araştırmalarının sürdüğünü ve dizi bitmeden bize geri döneceklerini belirttiler. Mıhlanmış gibi olduğunuz yerde kalmak, gerçek hayatta çok çok yakaladığınız veya sahip olduğunuz duygusallık ve şirinliğe ulaşmak, izlerken sadece ve sadece güzel zaman geçirmek isteyenler. “Bizim neden böyle bir şeyimiz yok?” diye ağlanmaya son. Protect the Boss püskevit tadında bir dizi. Derdinize çare, dudaklarınıza aralık.
     Ağustos güzeli, koyun saçların sempatikliği, dövüş kulübünün yegane ustası, enfes bir avukat, mükemmel görünüşün adresi, komedinin efendisi, en beceriksiz patron, içinde kalan çocuğa platonik aşık biri, klişelerin ustası, aynı zamanda da özgünlüğün sembolü, mumla dip köşe bucak aramamızı sağlayan, yayınlandığı günün anında gelmesini istemek, altyazının hızlı çıktığını görünce deliler gibi sevinmek, Korece öğrenme isteğini kabartan, topuklu ayakkabı ile Sinderella’sını arayan, bir umut, bir tatlılık, bir neşe pınarı adeta…
    
Hem ilk hem sonmuş gibi / En güzeli oymuş gibi
Bunca yıl beklemiş gibi / Beklediğime değmiş gibi
Ben ona resmen ...

Spy Myung Wol: Böyle ajanı her zaman evime kabul ederim.


     Hani 2011’in güzelliklerinden bahsediyordum ya size, açılışı Protect the Boss ile yapmıştık? İşte o güzelliklerin ikincisiyle karşı karşıyayız şimdi: Beautiful Spy / Myung Wol the Spy. İlk bölümünden itibaren beni içine çeken ve keyfime keyif katan bu güzel diziye hep beraber yakından bakalım.
     Han Myung Wol (Han Ye Seol) Kuzey Koreli bir ajandır. Kötü huylarından biri düşünmeden hareket etmesidir. Oldukça iyi bir eğitim ve donanıma sahiptir, kendini geliştirmiştir. Singapur’da gizli görevdeyken Güney Kore’li Hallyu starı Kang Woo (Eric Moon) ile tanışır ve onun hayatını kurtarır. Bundan sonra hiçbir şey Myung Wol için eskisi gibi olmayacaktır, çünkü Kuzey Kore’nin yeniden şaha kalkmasını (oha) sağlayacak bir görevde çok önemli bir role sahip olmuştur: Kang Woo ile evlenmek!
     Kuzeyli ajanımıza bu görevinde ona amiri Choi Ryu (Lee Jin Wook) ve iki eski toprak ajan yardım edecektir. Ryu’nun Myung Wol’a karşı hisleri vardır. Ama işi her şeyden önce geldiği için bunlar belli etmez. Karşısına Kang Woo gibi rakip çıkınca işler onun için birazcık değişecektir.
    Son olarak Joo In Ah (Jang Hee Jin) dan bahsedeyim. Galaksi Otel’in sahibi ve eğlence sektöründe çok büyük bir isim olan Başkan Joo’nun tek torunudur. Şımarık ve burjuva bir ortamda büyüdüğü için “bana, hep bana, bana” der. Kang Woo’dan hoşlanmakta ama cevap alamamaktadır. Myung Wol’ün ortaya çıkmasıyla şirretliğini göstermeye başlayacaktır.

Soldan sağa: Han Myung Wol, Kang Woo, Choi Ryu & Joo In Ah
     Kuzey Kore atakta bulunuyor, radyo programları sayesinde şifreler gönderiyor. Bazen bu şifreler karışında ortaya çok komik şeyler çıkıyor. Ben çok gülmüştüm bu bölümlerde, strese, depresyona, romatizmaya iyi geliyor valla.
     Myung Wol’ün İngilizce mükemmel. Kızımız zaten Amerika’da doğmuş, o yüzden böyle güzel konuşuyor. İlk defa Koreli oyuncular arasında İngilizcesi bu kadar iyi olan birini gördüm. Ayrıca ses tonu da tatlı. Aksanı da kendini gösterince insan saatlerce dinlemek istiyor, ya da ben öyle istiyorum. İşte bu yüzden ilk bölümde Singapur’da olan İngilizce konuşmaları tekrar tekrar izledim ben.
     Lee Jin Wook! Bu adam çok iyi bir oyuncu. Eric Moon da harika ama Ryu başka. Dizide hislerini gizlemeye çalışan Kuzeyli amir rolünde çok başarılı. İlk defa bir dizide esas kızı ikinci adamın kapmasını istiyorum ama Kore dizisi izliyoruz. Bu imkansız bir durum, senarist öyle bir şey yapsın sanırım taşlanır yarımadadaki fanlar tarafından aha.
     Han Ye Seol aksiyon sahnelerinin hakkını vermiş. Öyle fazla sırıttığını görmedim, aksine hoşuma gitti bu sahneler bayağı. Myung Wol neler neler yaptı, yine de yaranamadı şu adama. Resmen fukara sümüğü gibi yapıştı, Kang Woo bana mısın demiyor. Aslında diyor, öyle de içine koyuyor ki ama engeller, engeller, engeller. Yakında Myung Wol hülya Koçyiğit gibi verem olup mendile kan öksürür, Kang Woo da sikerim sektörünü diyerek kızımızla birlikte olmak için her şeyden vazgeçer. Ben bunu bekliyorum şimdi kalan 5 bölümde.
     Romantik sahnelerde oldukça iyiydi. Arkasından bir felaketin geleceğini anlasak da o sahneleri görmek oldukça doyurucuydu. Gerçi Kang Woo suratını yine pörsümüş domatese döndürüyordu ama olsun. Seven Myung Wol katlanır! Ülkesi için, babası için, aşkı için, evlilik için aha. Ajan kızımızın romantikliğin “r”sinden anlamaması süperdi. Kang Woo’nun evinde ses tonunu sürekli değiştirerek “oppa” demeye çalıştığı yerlerde feci güldüm, öyle böyle değil. Ayrıca bir 8. ve 10. bölüm var ki sormayın. Sormayın, izleyin hani. Merak ettirmeye çalışıyorum şurada.
     In Ah’dan bahsetmeye bile gerek yok aslında. böyle güzel diziye bir de klişenin klişesi bir karakter sokalım, esas kızdan güzel olsun ama bol bol “sinir krizi eşiğindeki kadınlar”a dönsün, arada cadalozluklar yapsın, yanında bir tane Oya Başar’ı, ah pardon çantacısı olsun, “para benim, hayat benim, bir tek Kang Woo benim değil!” diyerek kafayı sıyırsın demişler.
     Myung Wol’ün sürekli Kang Woo’nun evine taşınması, ayrılması, tekrar taşınması, tekrar ayrılması gibi durumlar hem komedi hem de sinir harbi yaşatabiliyor. Tabi bunda Kang Woo’nun hissettiklerini de etkisi var ama asıl nedenler dışarıda. Böyle yaşlı, sinir bozucu bir sesi olan ve pek tekin gözükmeyen, kendisi de antika olan Başkan Joo asıl tehdit.
     İşte acıların çocuğu Choi Ryu. İçine Myung Wol adında bir bıçak saplanmış, kafasında da ülkesinin haritasından başka bir görmüyor, iki arada bir derede kalmış Kuzey Kore usulü Kadir İnanır. Sen ki en güzel, seni deli gibi seven kızlara layıksın, gönlünü kaptır odun Myung Wol’a, o da seni müdürü gibi görsün, sonra aç kaseti dinle “Batsın Bu Dünya”yı…
     Hayat hepimize zor ama dizi karakterlerine daha bir zor cancağızım. Gitti sümüklü In Ah’ın koruması oldu, bir de dizinin sonunda onunla arasını yaparlarsa çocuğumu keserim. En büyük tehdidimi de savurdum, tutana aşkolsun. Ryu bak sen gel buraya, zaten hafif  Türklükte var gibi, en helalinden bir kız bulalım sana. Ajan olayı filan tırı vırı işler dostum, devir kapitalizm devri, siz hala kalmışsınız komünizmde. Cep telefonu bile yeni kullanılmaya başlandı lan sizin memlekette, hem de deneme sürecinde 20 bin kişi kullanıyor sadece aha. Kaç kurtar kendini, sana bir de “Ayşe” bulalım, evlenin 3 çocuk doğurun, muhafazakar aile yaşantınız sizi ömür boyu şerlerden, Myun Wol’dan, bilmem 4 parçalık eski bir kitaptan, In Ah’tan, Kang Woo’dan korusun.
     Adam kıza resmen “Ben bazen eserim, gürlerim. Ama seni çok severim” diyor. Kız anca yoldaş diyor, gel de Seul’ü yakma!
     Myung Wol’ün Kang Woo’yu dövdüğü sahne süperdi. Kafasına sopayı geçirince bizim adam yerlere yattı, ama gururundan da asla taviz vermedi. Ne de olsa o Hallyu starı, In Ah’la ilişkisini açıkladığında sadece Kore’de değil, bütün dünyada hayranları gözyaşı döktü. Koredeki muhabirler de bütün dünyadan bunları toplayarak kolaj yaptı haha. Singapur’unda reklamı yapıldı bol bol, artık turizm bakanlığı mı teklif götürmüştür, senaristin Singapur’lu bir sevgilisi mi vardır bilmiyorum. İyi iş çıkarmışlar.
     Bu arada artık neredeyse her Kore dizisinde bir asistan görüyoruz. Bundan şikayetçi miyim, hayır asla. Güzel oluyor böyle. Ben size favori asistanımı söyleyeyim, önceden bir kere daha yazmıştım. Queen of Reversals’ta Park Si Hoo’nun asistanı gözümde bir numaradır. Müthiş bir kimyaları vardı, çok gülüyordum ben. Ama buradaki asistan biraz sönük kalmış, gerçi Myung Wol’ü her desteklediğinde ben mutlu oldum.
     Yaşları kemale ermiş iki ajanımız ise dizinin komedi dinamiğini ellerinde tutuyorlar. Nuh nebiden kalma yöntemlerini izlemek süper. Ayrıca erkek olanı, kadına abayı yakmış ama cevap alamıyor aha.
     Yine son zamanlardaki dizilerde hep erkek başrollerin geçmişimde acı bir olayları, tecrübeleri oluyor. Burada da Kang Woo’nun öyle bir durumu var. Kendisi yetim, bu kadarını söylüyorum. Yalnız dizinin bir yerinde “Evet, ben değersiz bir yetimim” diyor. Çeviri öyledir diye düşünüyorum çünkü çevirenler gerçekten iyi bu konuda. Bu cümle inanılmaz garibime gitti. Neden yetimler değersiz olmak zorunda ki? Kendini öyle görüyor olabilirsin ama canlı yayında milyonlar seni izlerken (meydanlardaki dev ekranlar bile onu gösteriyor aha, Kore dizileri madde 117) böyle bir kelime kullanmak çok yanlış. Kendisini değersiz olarak görmeyen ve seni idol olarak örnek alan o yetim çocuklara karşı ayıp olmadı mı? Olmamış diyoruz, daha öncede bu tarz durumları vardı Korelilerin. Ayarı arada ufacık da olsa kaçırıyorlar. Ama çeviriden dolayı olmuşsa orijinalini öğrenmek isterim.
     Bu fotoğrafı çok beğendim, feci beğendim, pek beğendim.
     Ne kadar güzel gülmüşler, Han Ye Seol’ün saçları nasıl da harika. Eric’in de duruşu öyle harikalıkta

9 Nisan 2016 Cumartesi

Korece hakkında kısa kısa notlar



     Fark ettim ki ben bu blogda Korece hakkında hiçbir şey yazmamıştım. “Olmaz” dedim kendi kendime, ayrıca geç olsun güç olmasın diyerek oturdum bilgisayarımın başıma. Yalnız bu yazıda Korece’nin grameri, işte cümleler, tarihçesi filan gibi derin bilgilere girmeyeceğiz. Artılarıyla, eksileriyle, benim düşüncelerim nelermiş onlara bakacağız.
- Korece’nin kötü bir özelliği ile başlayalım. Maalesef dar bir alana sıkışmış bir dil. O yüzden ben Korece öğreneceğim dediğiniz zaman çevrenizdeki insanlar hemen “Neden? Ne gerek var?” diye sorabilir. Bu çok doğal bir şey aslında. Çok az insan dil öğrenmeyi hobi ya da zevk için gerçekleştiriyor. Artık 2012’de yabancı bir dil öğrenmek “iş” gerekliliği diyebiliriz. İngilizce’ye tam hakim olmadan başka bir dile yönelmek insanlara garip gelebiliyor.
- Kuzey ile Güney bile belki de 10 yıl sonra birbirini anlamayacak. Ayrıldıkları zamandan beri iletişimleri oldukça az olduğu için iki ülkenin de ortak dili kendilerine göre şekillenmiş geçen yıllarda. Alfabeye bakıp da aynı demeyelim yani. Nasıl ki insanlar Farsça’yı, Osmanlıca’yı (Tamam bu gerçek değil, toplama bir dil ama bu madde içinde sayabiliriz) hiçe sayarak sürekli gördüğü yazılara “A arapça bu” diyorsa bu da aynı hesap.
+ Korece’nin güzel yanlarından biri alfabesi. Hangul çok kullanışlı bir alfabe. Ama ben hala tam anlamıyla üçüncü harfin hangi yerlerde alta geleceğini, hangi yerlerde gelmeyeceğini kestiremiyorum. Organize işler bunlar tabi. Ayrıca Çince ve Japonca’ya nazaran sembollerinin olmaması da enfes hani. Yeme de yanında yat lan.
+ Bir de biz Türkler için bildiğiniz gibi Korece ve Japonca öğrenmek kolay. Hatta bir Türk’ün en kolay öğrendiği dil Korece’dir. Çünkü gramer olarak benziyor, böyle sondan eklemeli, özne yüklem iki dilde de aynı yerde oluyor filan. İşte trafik işareti kılıklı Hangul’u da kısa zamanda çözeriz, ondan sonra Korece öten bülbül oluruz. 6 ayda rahat konuşabiliriz çalışsak, zaten bunu öğretmenler de diyor.
+ Türkiye’de Korece öğrenmek geçmişe göre artık çok kolay. En son Trabzon’da bile kurs açtılar düşünün. Daha mı küçük bir şehirde oturuyorsunuz? Hiç sorun değil. Elimizde artık internet diye bir şey var. Online eğitimin yanı sıra, kargoya atılan eğitim kitapları 1 günde oturma odanızda olabiliyor. Yeter ki istek olsun değil mi?
+ Dünyada İngilizce dizilerden sonra ülkemizde en çok Korece diziler çevriliyor dersem doğru bir noktaya parmak basmış oluruz. Ayrıca Kpop’un deli gibi bir yükselişi var. O yüzden kulak aşinalığını böyle çok eğlenceli bir şekilde kapabiliriz. Zaten izlediğiniz dizilerde anladığınız bir kelime geçtiğinde kesin siz de benim gibi seviniyorsunuzdur. bir de o cümlelerin tamamını çok rahat bir şekilde anladığınızı düşünün. Enfes olurdu değil mi? ;)
- Maalesef Uzakdoğu’da Çince ve Japonca’nın gerisinde kalmış bir dil Korece. Çince devasan nüfusun konuşması yüzünden, Japonca’da teknolojisi, gelişmişliği ve anime/mangaları yüzünden önde. Anime/manga deyip geçmeyin sanırım, nasıl devasa bir pazardır bu ikisi var ya. Ama tabi insanlar, özellikle de gençler hobi ve sevgilerinden dolayı öğrenmek istiyorlar. Ülke de çalışma isteklerinin de temelinde bu sevgi var. Benim için de öyle şahsen, tabi bir de Japonca’da Kanji denilen nefretlik 2000 adet sembolün olması aha.
- Korece telaffuzu gerçekten kötü. Ben anime izledikten sonra Kore dizisine geçip yaptıysam kulağım ağrıyor ilk başta aha. Sürekli kavga ediyorlar gibi geliyor bana. Alfabesi, yazması ne kadar güzelse telaffuzu da kötü maalesef. Bir de Korelilerin boğazdan bir “H” harfi çıkarma olayı var ki dillere destan. Abicim ne yapıyorsun sen demek istiyorum, o genizden çıkarma olayı ne Fransızcada var, ne Hollandaca’da. En kallavi olanı Korece’de.
+ Pratik yapacak kişi bulma ihtimali diğer dillerden daha fazla. Bugün İngilizce dışında Türkiye’de pratik yapacak insan sayısı gerçekten az. Ama Korece bilenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor ve bu insanlar yüz yüze pratik yapmaya aç. Benim gibi İstanbul’da ya da başka bir büyük şehirde yaşıyorsanız Korece çatısı altında pratik yapmak için Pazar buluşmaları bile yapabilirsiniz. Kulak aşinalığı ve pratik yapmak inanılmaz derecede önemli.
+ Samsung, LG, Hyundai gibi firmaların bizim ülke pazarının içinde olması da önemli. Çünkü bu markalar için Türkiye gerçekten de iyi bir pazar. Ve farkındaysanız Kore’ye giden kişilerin yolları genelde ya buradan geçmiş, ya da evlilikten aha. Ben gönlümü Kore’de kaptıracağım diyorsanız kapağı bu 3 şirketten birine atmalısınız. Ve bu şirketler için Korece bilen çalışan çok daha önemli. Ülkede hepi topu 2 tane Korece bölümü var, Ankara ve Kayseri’de. Ve Kayseri’de okuyan bir arkadaşım sınıflarının 9 kişi olduğunu söylemişti yanlış hatırlamıyorsam.
 
+ Şöyle bir hesap yapalım. Her sene bu iki üniversite 50 mezun veriyor diyelim. Bu 50 mezun içinde mesleğini Korece üzerinde yapacak olanların sayısı 30 olsun. Çünkü insanlar mezun olunca nasıl bir zorluğun içine düştüğünü anlıyor. Sonra ne iş olsa yaparım mantığı giriyor birden devreye. Kendini geliştiren insanlara baktığımızda oran daha da düşüyor: 15 kişiye düşebilir. Ve bu 15 kişi iş arayacak Korece üzerinden ülkede. Üniversitede kalmak isteyen de 5 kişi olsun, elimizde kaldı mı 10 kişi? İşte o 10 kişiyi büyük şirketler kapabilir, sonra da bu 10 kişiye Kore yolları gözükebilir. Ama siz kursta her seviyeyi iyi bir şekilde öğrenerek onları 4 yılda kaptıkları 1, belki bilemedin 2 yılda kaparak bu şirketlere girebilirsiniz. Üniversitede feci teorik bilgiler de öğretiyorlar, çok iyi bir kurs olduğunda mesela Uluslararası İlişkiler okuyarak daha avantajlı bir konuma geçebilirsiniz. Öğretmen olmak isteyenler için maddeleri bilemiyorum ama, formasyon almak gereklidir sanırım. Bilen biri yorum bırakırsa hepimiz öğrenmiş oluruz.
+ Korece üzerinden bir açık var. Bakıp Çince açığını farkında vardı insanlar, Çin’e giderek bu dili öğreniyorlar. Kore’ye giden Türkler de var. Bu yol hala açık, Kore’de zaten yabancılar genelde el üstünde tutuluyor üçünce dünya ülkelerinden olmadıkları sürece. O yüzden ben hep iyimser bakmışımdır. Sevgi, ilgi ve hobi olarak başlığınız bu dil ekmek kapınız bile öğrenebilir. Sıkı bir disiplin ve bol bol pratik şart tabi.
     Korece hakkındaki düşüncelerim böyle benim. Şahsen sevdiğim bir ülke olduğu için dillerini de seve seve öğrenebilirim. Hele ki yaşınız şöyle 17 – 18 ise çok daha iyi. 20 yaşında girmeden bu dile hakim olabilirseniz kimse sizi tutamaz.

6 Nisan 2016 Çarşamba

bana özelden ulaşıp ve sosyal medya hesaplarımı merak eden arkadadaslar için

instagram: asliyhn

twitter: 08asliyhn

snapchat: asliyhn


bana ilgili davrandığınız için teşekkür ederim

bu arada dizi önerileri isterseniz yazımı yazmaya başlamayı düşünüyorum :)

Güney Kore mi? Japonya mı?


     Bildiğiniz gibi bu iki ülke Asya’nın en popülerleri. Ve geçmişten beri süregelen bir rekabet ortamı vardır. Zaman zaman Japonlar Korelileri küçümser, Koreliler Japonlardan pek haz etmez filan. E tabi bir de 1945 yılında kadar Kore yarımadasının (Kuzey daha kurulmamıştı o zaman, bütün yarımada yani) Japonya’ya ait olması da bu durumu ateşleyen noktalardan biri olmuştur. Güney Kore’nin daha 1948 yılında bağımsızlığına kavuştuğunu bazıları bilmez mesela. Konumuz ise Asya’da, dünyada ve benim gözümde bu iki ülkenin nasıl göründüğü.
     *Madde madde gidelim. İlk olarak Asyalı olmalarından bahsedeyim. Biz bayılıyoruz ama dünyanın önemsenmeyecek derecede çok bir kısmı da Asyalıları tip olarak beğenmez. Hatta bazı yerlerde sık sık “No Asians” cümlesini bile görebilirsiniz. Asyalılar gerçekten dışlanan bir ırk. Bunlar arasında sadece Japonlar ayrılıyor. Nedenine diğer maddede geleceğim.
     *Neden Japonlar derseniz hemen cevabım şu olur: Adamlar dünyaya bir sürü über, süper şey kazandırdı. Ve manyaklar, deliler. Evet bildiğiniz deli zekası, hayal gücü var bu adamlarda. Ve dünya onları bu şekilde seviyor, yapan Japon ise garip değildir diyorlar. Yapan mesela Çinli olsa deli gibi dalga geçerler. Kore bayağı bir romantizm ve cıvıklık pazarlamaya çalıştığı için kendini kabul ettiremiyor.
     *Dünyada neden Japonya’da önde? İlk neden Kore’den çok daha gelişmiş olması. Evet, Güney Kore gelişmiş, güzel bir ülke. Ama Japonya artık aşmış. Tokyo’ya baktıktan sonra Seul’un sönük kaldığını belirten bir sürü yazı var. Ayrıca birçok aleti, edevatı, zımbırtıyı Japonlar bulur, Koreliler kopya eder. Hemen iki örnek. 1. Japonya’nın Asimo’su (robot) Kore’nin buna rakip olarak çıkardığı ve adını hatırladığımın robot. 2. Japonya’nın Hatsune Miku’su. (Hologram şarkıcı, konser bile verdi) Kore’nin çıkarmış olduğu hologram şarkıcı SeeU. Burada bile karakterin adı gördüğünüz gibi İngilizce, Koreliler Japonlardan daha beter düşmüş İngilizce bataklığına.
     *K-Pop kesinlikle harika, Hatta J-Pop'tan daha çok seviyorum. Ama Kore sadece Kpop’ta kendini gösterebilen bir ülke. Japonya ise Jpop’un yanı sıra özellikle rock müzikte dünyaca ünlü gruplar çıkarmış bir ülke. Bugün Koreli pop gruplarının yapamadığını Japon rock grupları çoktan başardı.

Kore “aniki” diyor. Aniki Japonca büyük abi demek.
     *Korelilerin dizileri daha güzel ve uluslararası çalışıyorlar. Çekim tekniği, ışığı, senaryosu, oyuncuları filan 10 numara. Kore’de yakışıklı olmayan oyuncu neredeyse yok gibi, ya da estetik olmayan. Ama Japon dizilerinde size çirkin gelebilen oyuncuları görebilirsiniz. O insanlar belki çirkin olabilir, ama harika oyunculuk sergilerler. Bir de Japon dizilerinin çekimleri genelde sönüktür, böyle etraf ışıl ışıl olmaz. Çünkü Japonya dünyaya satmaya çalışmıyor dizilerini, filmlerini. “Biz izleyelim yeter” diyorlar. Yoksa en özgün yapımlar hep Japonya’dan çıkar.
     *Siz hiç You Are Beautiful’dan başka Japonların Korelilerden aldığı bir senaryo gördünüz mü? Ben görmedim. Bilen varsa yazsın, hepimiz öğrenelim. Ama hem Kore, hem de Asya’nın geri kalanı Japonlardan beslenir. Herkesin bayıldığı o Boys of Flowers’ın yazarı/mangakası bir Japon’dur. Neredeyse bütün Asya ülkeleri satın alıp dizi çekmiştir bu senaryo ile. En son Filipinler versiyonu yayınlamıştı.
     *Japonya’nın animelerine karşı Korelilerin dizileri var. Anime sektörü dizi sektörünü ezip geçer ama. Japonlar belki dizi satmıyorlar ama dünyaya animeleri satıp çatır çatır izletiyorlar. Ta 90’lardan beri anime furyası bütün dünyayı sardı. Her yıl yüzbinlerce insanın katıldığı anime/cosplay festivalleri yapılıyor.
      *Güney Kore’nin başında Kuzey Kore gibi bir bela var. Ara ara sürtüşmelerini haberlerden okuyoruz. Bir gün gelecek, bu iki ülke ya birleşecek, ya da cidden savaşacak. Bunun kaçarı yok. Eğer birleşirse iki Kore, Almanya gibi bu yükün altından başarıyla kalkamaz. Sekteye uğrar ülke ekonomisi. E savaş çıkarsa daha beter olur, Kuzey Kore ne Japonya’yı, ne de ABD’yi dinliyor. Her iki durumda da Kore’yi endişeli günler bekliyor bence. Japonya’nın ise böyle bir derdi yok. Arada Kore ve Çin ile adacıklar yüzünde sürtüşüyor, o kadar. Kuzey Japonya diye bir ülke olmadığı için rahatlar aha. Çin’in de Tayvan meselesi var mesela. O da ayrı bir karışık mevzu.
     *Korelilerin biraz eziklik kompleksi var. Bunu yaptıklarıyla, verdikleri konuşmalar ve haberlerle az çok görebiliyoruz. Üzgünüm ama gerçekten böyle bir durum var. Geçmişte başlarına gelenler gerçekten kötü ama silkelenip atamıyorlar bu durumu. Japonya’dan bir anime serisi yayınlanıyor. Adı Hetalia: Axis Powers. Bu serideki her ülke bir karakter olarak yer alıyor. Türkiye bile var, Sadiq Adnan adıyla hem de. Bir de sürekli Yunanistan ile didişiyoruz biz animede aha. İşte bu animenin mangasında Güney Kore’de vardı ve şöyleydi karakteri: “Sürekli Japonya’nın peşinde olan, zırlayan, onu taklit eden küçük mız mız kardeş” Ama parantez açayım, Japonya’nın kendisi de animede yer alıyor ve kendileriyle de feci dalga geçiyorlar. İşte Koreliler bu durumu hazmedemedi ve animeyi yayınlayacak olan televizyon kalanının telefonlarını kilitleyerek bir sürü tehdit mesajı bıraktılar. Öldürmekle tehdit ettiler. Yapımcılar da korktu ve seri internet ortamında 5er dakikalık bölümlerle yayınlandı. Ayrıca mangada yer alan Güney Kore, animede yer almıyor mesela. Yakarız, yıkarız o televizyon kanalı dediler ve eserin sahibini de öldürmekle tehdit ettiler. Çin, Fransa, Türkiye, Yunanistan, Amerika, Almanya, İngiltere.. Bu ülkelerin hepsi yer aldı ama hiçbir şey olmadı. Hele ki İtalya, en beterleri. Hetalia bir kelime oyunu. İşe yaramaz ve İtalya kelimelerinin Japonca birleşimiyle ortaya çıkmış. Animenin adı kısaca İşe Yaramaz İtalya yahu. Bunu niye anlattım? Korelilerin ne denli milliyetçi ve Japonlar bir şey yaptığında hiçbir türlü hazmedemediğini daha yakından görün diye. Japon bayan milli voleybol takımı Asya şampiyonu oldu diye Kore kendi milli takımındaki kadınlara 3 ay maaş vermedi. Ben böyle bir haber bile okumuştum, ama doğru, ama yanlış.
     *Güney Kore’yi gerçekten çok seviyorum, hatta bir gün baştan aşağıya ülkeyi karış karış gezmek istiyorum ama yukarıdaki yazdığım şeyler de gerçek yani. Japonya gerçekten farklı bir ülke. Bildiğiniz, gördüğünüz diğer ülkelere benzemiyor. Ben çocukluğumdan beri Japonya kelimesini nerede duysam sohbete ortak olmaya çalışırım, nerede Japonya kelimesi görsem hemen o yazıyı okurum, deli gibi fotoğraflarına bakarım.
     *Ve son madde olarak şunu yazmak istiyorum. Koreliler en çok sanatçı/oyuncularıyla ünlü. Yani insanlarla. Japonlar ise oluşturdukları eserlerle, icatlarla. Bir manga, bir anime karakteri ve gerçek olmayan bir dünya ile milyonları peşinden sürükleyen bir ülke. Korelilerin de animasyonu var, çizgi romanları var. Ama yarışabilir mi? Kıyaslanamaz bile. Kore gerçek insanları satarken, Japonya hayal gücü satıyor. Bu çok çok önemli. Sırf Japonya’ya hayran olmak için bir neden.
     Kısaca benim oyum Japonya’dan yana. Dünyada en sevdiğim grup Koreli, en sevdiğim diziler listesinde ilk 3’e bir Kore dizisi sokarım, ama kalan her şey için Japonya. Adamların vefakarlığı bile yeter. Seni seviyorum Nippon, iyi ki senin gibi bir ülke var. Bir gün seni Hokkaido’dan Okinawa’ya kadar gezeceğim, buna inanıyorum.

Güney Kore’den bol moda içerikli dergi dizisi: Style



     Hani bazı diziler vardır ya böyle kıymeti tam olarak anlaşılamamış, işte Style da o dizilerden biri bence. Yayınlandığı zaman oldukça ilgi çekmişti halbuki, bu ilgi rüzgarı bizim buraya biraz geç ulaştı ama olsun. Gerçi oraya koysaydık iki tane sanatçı-oyuncu(!), gör bakalım o zaman nasıl uçuyordu bu güzel dizi Türkiye’de.
     Birazcık konusundan bahsedeyim. Lee Seo-Jung moda – magazin dergisi olan Style’da çalışmaktadır. Moda dünyasının, medya sektörünün gerçekte göründüğü gibi olmadığını fark ettiği zamanlarda işler onun için biraz ters gider. Seo Jung karakterine son zamanlarda adı olaylara karışmış olan Lee Ji Ah hayat veriyor. Ben bu kızı seviyorum valla, hem de çok. Editör Park Ki Ja ise çalışanları tarafından sevilmez, biraz gaddar bir kadın. İşte dizi de herkesin favorisi olacak isim diyorum. Ciddi duruşu, harika moda anlayışı, işini çok iyi yapmasıyla Ki Ja benim favorim olmuştu. Zaten Kim Hye Soo’yu da çok severim, çok iyi bir oyuncu. Seo Woo Jin ise becerikli bir şeftir, birtakım olayların sonucunda kendisini dergide bulacak. Ryu Si-Won severler bu dizide tam anlamıyla tatmin olacaktır. Ve son olarak derginin fotoğraf işlerine bakan Kim Min Joon var. Artık bu kişi de genç kızları ekrana çeker sanırım. Lee Yong Woo aslen manken, hem de ödüllü bir manken. Style onun ilk dizisi, daha sonra da işte Birdie Buddy de oynadı. Ben oyunculuğunu sevmiştim, ama canlandırdığı karakterine baştaki bölümlerde iki tokat atmak istemiştim aha. İşte bu yalan ve rekabet dolu moda ve dergi dünyası Seo Jung’u oldukça etkileyecektir.
     Şimdi işin içinde dergi varsa zaten benim gibi gazeteci olan bir insan ona balıklama atlayacaktır. Ben de atladım, bir güzel Style’ın içinde yüzden ve memnun bir şekilde karaya çıktım. Bu dizi beni oldukça tatmin etmişti. Ama uzun zaman önce izlediğim için olayları tam hatırlamıyorum maalesef. Bu yazı da hatırlayabildiklerimi içeriyor zaten, haberiniz olsun istedim.

     Dizinin ilk bölümünde gerçekten bir sürü olay olmuştu. Ben feci gülmüştüm. Özellikle şu sağdaki karede Ki Ja, sinirlendiği Jeo Sung’un sırtına basıyordu bilmem kaç cm’lik topuklularıyla. Zavallımın sırtı gitmişti, hatırladıkça gülüyorum.
     Dizideki elbiseler gerçekten çok iyi, hani Gossip Girl’ü sırf elbiseler için takip edenler var ya, eğer Uzakdoğu alternatifini arıyorsanız işte Style karşınızda. Özellikle Ki Ja her bölümde enfes elbiseler giydi, ben bile mest oldum izlerken resmen.
     Çamur savaşının olduğu bölümde yerlere yatmıştım, öyle böyle değil. Ki Ja ve şefin çamur savaşı gerçekten çok feciydi. Bir de havuza itilme sahnesi, aman aman diyorum sadece hani. Oyuncu olsam bile böyle eziyetlere katlanmazdım, kaprisli olurdum ben aha.
     Seo Jung’un eski sevgilisi dünyanın en aptal insanlarından biriydi sanırım. Dizinin başlarında gözüküyor ama ne saydırdım embesile. Zaten bizim kız da kovalayıp durdu.
     Bu dizinin en güzel yanlarından biri şaşırtmaca yapması. Başrollerde bile bu durum var, hani bir anda her şey dönüyor ve bunu oldukça mantıklı bir şekilde ekrana getiriyorlar. Özellikle bir 10. bölüm var, hala unutmadım o bölümü. Benim favorimdir, neler neler olmuştu öyle. Ayrıca o bölümün son sahnesinde insan “Heyt be, işte bu!” diye bağırmak istiyor resmen.
     Şimdi bunların rakibi olan bir dergi var. İşte o derginin editörü böyle şişko, saçının önünde bir tutamı farklı olan cadaloz kadının teki. Yukarıda soldaki fotoda kendisinin görebilirsiniz. Şefe dönüp böyle “Şefunnnimmm” diye acayip bir ses tonuyla sesleniyor. İşi sadece sinir bozmak, şişmanlar sevimlidir klişesini yıkıyor bu kadın resmen. Beni hem çok güldürdü ultra gıcıklık ve salaklıklarıyla, hem de sinir etti. Bu kadına dikkat edin diyorum kısaca.
 
     Bu dizide Min Joon bayağı darbe yemişti. Teselliyi başkasında aramasına rağmen bir türlü tam olarak ayağa kalkamamıştı bir süre. Onun bu süreç içerisinde neler yaşadığına tanık oluyoruz. Zaten sonrasında da toparlayacak mı, yoksa daha da mı dibe batacak göreceksiniz.
     Style’ın yan karakterleri de en az ana karakterler kadar renkli. O rakip editörün yanı sıra derginin baş editörü olan kadın, Style’ın hissedarı, ileriki bölümlerde ortaya çıkan yaşlı zengin kadın, bu karakterlerin hepsi bir harika. Yan karakter konusunda oldukça zengin bir dizi. Ayrıca diğer Style çalışanlarına değinmiyorum bile.
     Ayrıca altıncı bölümdeki partiye birçok ünlü katıldı. 2NE1, 2PM, F.T. Island, Kang Ji Hwan, Bada gibi ünlülerin katıldığı parti harika geçmişti. Hani sonra nerede bu konuk oyuncular demeyin, partiye geldiler işte.
     Dizide bungee jumping bile yaptılar hani. Sadece derginin içinde geçen bir dizi değil yani, daha dolu. Hatta dergi konusu çoğu bölümde arka planda kalıp işliyor bile diyebilirim hani.
     Style’ın izlerken kendinizi bir süre sonra dergide çalışıyor gibi hissediyorsunuz. Hiçbir şekilde sıkmıyor, sizi resmen sarıp sarmalıyor. Bu dizi gerçekten farklı, bir kere harika bir karakter gelişimi var dizide. Belki şefte bunu az görebilirsiniz ama diğer üç karakter resmen evrim geçirdi, özellikle Seo Jung. Sırf bunun için bile izlenebilir. Farklı bir tadı var Style’ın, bence ya severseniz, ya da sevmezsiniz. Keskin çizgilerle ayrılmış bir dizi.
     Bu dizide modacı bir kız vardı, ileriki bölümlerde giriyordu diziye. Böyle eline makası aldığı gibi herkesin eteğini kesiyordu, tam bir çatlaktı. Onu izlerken ne gülmüştüm, şimdi hatırladım yine deli gibi gülüyorum. Kısaca bu manyak kız da harika yan karakterlerden biridir.
     Ki Ja çamur savaşı yapar, havuza düşer, başında aşağı bir kova buz dökülür. Valla kadın despot, dediğim dedik ve sert biri ama rakipleri de en az onun kadar deli. Ama en güzel yanı bu kadar şey olmasına rağmen hala dimdik ayakta ve resmen “ben buradayım ulan” diyor. Bu yönüne bayılmıştım, tek kelimeyle bayılmıştım.
     İlk bölümünden itibaren sanki ben de Style'da çalışan bir elemandım. Dizinin sonunda ise yetişmiş, kendini geliştirmiş, güven dolu ve işini en iyi şekilde yapan biri olarak mezun oldum gibi bir şey oldu.












   
     Size Lee Yong Woo’nun Yoon Eun Hye ile olan fotoğraf çekimini göstereyim. Hem bizim Coffee Prince’in hanım hanımcık kızı, hem de Yong Woo oldukça cesur davranmış değil mi? İlk çıktığında bayağı konuşulmuştu bu fotoğraflar, haklarında yazılıp çizilmişti.
     Bu diziyi izleyin, izletin derim. Gerçekten güzel zaman geçirirsiniz, sizi hemen içine çekebilecek potansiyele sahip. 16 bölümlük bu zevkten mahrum kalmanızı istemediğim için bu yazıyı yazdım, umarım diziye başlarsanız ve biz de hakkında konuşuruz.
     Birazcık fan servisle yazıyı bitireyim :)

     Böyle etkilemezse başka türlü yazıya eklerim ben de. Dizinin izlenmesi için her şeyi yapıyorum gördüğünüz gibi. Gerekirse çıplak fotolarını bile eklerim aha.
     Son olarak diziyi en sevdiğim kareyle bitireyim. Bu sahneyi çok ama çok seviyorum ben.
Style iyi bir dizi, resmen hadi gelin beni izleyin diyor. Siz de kırmayın onu :)